Fuzûlî’nin "Su Kasidesi", Divan edebiyatının en meşhur naatlarından biridir. Eser, adını her beytin sonunda tekrar eden "su" redifinden alır. Şair, bu kasidede Hz. Muhammed'e olan derin sevgisini ve bağlılığını dile getirirken, O'nun yüceliğini anlatmak için "su" imgesini merkezi bir metafor olarak kullanır. Su, hem maddi hem de manevi anlamda temizliğin, saflığın, hayatın ve rahmetin kaynağıdır. Fuzûlî, Peygamber'e duyduğu hasreti, O'nun şefaatine olan ihtiyacını ve O'na kavuşma arzusunu, suya duyulan özlemle birleştirir. Eser boyunca suyun akıcılığı, berraklığı ve can verici özelliği, Hz. Muhammed'in manevi özellikleriyle özdeşleştirilir. Bu kaside, sadece dini bir metin değil, aynı zamanda Fuzûlî’nin sanat gücünü, mazmunları kullanmadaki ustalığını ve dil hâkimiyetini gösteren lirik bir şaheserdir.
Bu parçaya göre, Fuzûlî'nin "Su Kasidesi"nde "su" imgesini merkezi bir unsur olarak kullanmasının temel nedeni nedir?
Tanzimat Fermanı'nın 1839'da ilanı, Osmanlı İmparatorluğu'nda sadece siyasi ve sosyal alanda değil, edebi alanda da yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Bu dönemle birlikte, Batı edebiyatı daha yakından tanınmaya başlanmış ve Divan edebiyatının geleneksel yapısı sorgulanmıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi "Tanzimat'ın birinci nesil" sanatçıları, edebiyatı toplumu eğitmek ve aydınlatmak için bir araç olarak görmüşlerdir. "Sanat toplum içindir" anlayışıyla, vatan, millet, hürriyet, adalet gibi daha önce Türk edebiyatında pek işlenmemiş yeni kavramları eserlerine taşımışlardır. Divan edebiyatının süslü ve ağır diline karşı, halkın anlayabileceği daha sade bir dil kullanmayı amaçlamışlardır. Roman, tiyatro, makale gibi Batılı edebi türler ilk defa bu dönemde edebiyatımıza girmiştir. Bu yenilikçi çabalara rağmen, birinci nesil sanatçıları Divan edebiyatı geleneğinden tamamen kopamamış, eserlerinde hem eski hem de yeni unsurları bir arada kullanmışlardır.
Bu parçaya göre Tanzimat'ın birinci nesil sanatçılarının edebiyat anlayışıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Sembolizm (simgecilik), 19. yüzyıl sonlarında Fransa'da parnasizmin katı gerçekçiliğine tepki olarak doğan bir şiir akımıdır. Sembolist şairlere göre, dış dünya olduğu gibi değil, onun bizde bıraktığı izlenimler ve yarattığı duygular aracılığıyla anlatılmalıdır. Gerçeklik, ancak simgeler (semboller) aracılığıyla sezdirilebilir. Bu nedenle şiirde anlam kapalılığı esastır; şiir, herkesin farklı yorumlayabileceği, çağrışıma açık bir yapıya sahip olmalıdır. Duygu ve hayaller ön plandadır. Şiirin asıl amacı bir şey anlatmak değil, bir şeyler hissettirmektir. Bu hissi yaratmak için de kelimelerin müzikal değerinden, ahenkten ve ritimden yararlanılır. Alacakaranlık, sararmış yapraklar, ay ışığı, durgun sular gibi melankolik ve hüzünlü imgeler sıkça kullanılır. Türk edebiyatında bu akımın en önemli temsilcisi Ahmet Haşim'dir.
Aşağıdakilerden hangisi, bu parçada özellikleri anlatılan sembolist şiir anlayışına ait bir özellik olamaz?
Servetifünun Edebiyatı (Edebiyat-ı Cedide), 19. yüzyılın sonlarında Recaizade Mahmut Ekrem'in yönlendirmesiyle bir grup genç sanatçının "Servet-i Fünûn" dergisi etrafında toplanmasıyla oluşmuş bir edebi harekettir. Bu dönem sanatçıları, "sanat için sanat" anlayışını benimseyerek toplumsal konulardan uzaklaşmış, bireysel duygulara, hayallere, aşka ve karamsarlığa yönelmişlerdir. Şiir dilini, günlük dilden tamamen kopararak Arapça ve Farsçadan daha önce duyulmamış kelime ve tamlamalarla ağırlaştırmışlardır. Şiirde ahenge büyük önem vermişler, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulamışlar ve sone, terzarima gibi Batılı nazım biçimlerini ilk kez kullanmışlardır. Roman ve hikâyede ise realizm ve natüralizm akımlarının etkisiyle teknik açıdan Batılı örneklerine çok yakın, başarılı eserler vermişlerdir. Halit Ziya Uşaklıgil'in romanları bu dönemin zirvesidir. Bu edebiyat, dilinin ağırlığı ve konularının salon hayatıyla sınırlı kalması nedeniyle aydın bir zümreye hitap etmiştir.
Bu parçaya göre Servetifünun edebiyatıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Mesnevi, Divan edebiyatında her beytin kendi arasında kafiyeli olduğu (aa, bb, cc, dd...) ve aruzun genellikle kısa kalıplarıyla yazılan uzun bir nazım biçimidir. Beyit sayısında bir sınırlama olmaması ve kafiye bulma kolaylığı, onu uzun hikâyelerin, didaktik (öğretici) konuların ve aşk maceralarının anlatımı için elverişli bir tür haline getirmiştir. Mevlana'nın "Mesnevi"si, Fuzûlî'nin "Leyla vü Mecnun"u, Şeyhî'nin "Harname"si gibi Türk edebiyatının en önemli eserlerinden bazıları bu nazım biçimiyle yazılmıştır. Bir şairin beş mesnevisini bir araya getirmesiyle oluşan esere "hamse" adı verilir. Mesneviler, olay örgüsü, karakterler ve anlatım özellikleriyle modern roman ve hikâyenin Divan edebiyatındaki karşılığı olarak kabul edilebilir.
Mesnevi türünün uzun hikâyelerin anlatımı için uygun olmasının temel nedeni nedir?
Yahya Kemal Beyatlı, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin en büyük ustalarından biri kabul edilirken, aslında sanat anlayışı ve üslubuyla Milli Edebiyat ve daha önceki gelenekler arasında bir köprü kurar. O, Divan şiirinin estetiğini ve aruz ölçüsünü modern bir duyarlılıkla yeniden yorumlamıştır. Şiirlerinde dilin mükemmelliğine, kelimelerin müzikalitesine ve ahenge büyük önem vermiştir; bu yüzden "şiir, musikiden başka bir musiki"dir ona göre. En bilinen şiirlerinin merkezinde Osmanlı tarihi, medeniyeti ve özellikle de İstanbul vardır. Onun için İstanbul, sadece bir şehir değil, Türk tarihinin ve kültürünün somutlaşmış bir sembolüdür. "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!" dizesiyle başlayan şiirinde olduğu gibi, şehrin tarihi mekanlarını, semtlerini ve siluetini, geçmişin görkemini ve bugünün melankolisini iç içe geçirerek anlatır. "Ok" şiiri dışındaki tüm şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır.
Bu parçaya göre Yahya Kemal'in şiiriyle ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Halk edebiyatı, halkın ortak duygu ve düşüncelerini yansıtan, genellikle sözlü gelenekte yaşayan ve söyleyeni belli olmayan (anonim) ürünlerden oluşur. Ancak bu gelenek içinde, "âşık" adı verilen, saz eşliğinde kendi şiirlerini söyleyen sanatçılar da önemli bir yer tutar. Bu tarza "âşık edebiyatı" denir. Karacaoğlan, bu geleneğin en büyük temsilcilerinden biridir. Şiirlerinde genellikle aşk, sevgi, doğa güzellikleri, ayrılık ve gurbet gibi lirik temaları işlemiştir. Dili, Toroslar'da yaşayan göçebe Türkmenlerin saf ve doğal Türkçesidir. Somut ve canlı benzetmelerle, gerçek hayattan alınmış imgelerle şiirini kurar. Hece ölçüsünü ve koşma, semai gibi halk şiiri nazım biçimlerini kullanmıştır. Onun şiirlerindeki coşku, samimiyet ve yaşama sevinci, onu yüzyıllardır Türk halkının en sevdiği şairlerden biri yapmıştır.
Bu parçaya göre Karacaoğlan'ın şiirlerinde aşağıdaki konulardan hangisine rastlanması beklenmez?
Sohbet (söyleşi), yazarın gündelik olaylara veya herhangi bir konuya dair düşüncelerini, okuyucuyla karşılıklı konuşuyormuş gibi samimi bir üslupla yazdığı bir yazı türüdür. Bu türde yazar, "sizce de öyle değil mi?", "düşünsenize bir kere" gibi ifadelerle okuyucuyu diyaloğun içine çekmeye çalışır. Kesin ve iddialı bir dil yerine, kişisel ve içten bir anlatım tercih edilir. Amaç, bir düşünceyi kanıtlamak değil, o konu üzerine okuyucuyla birlikte düşünmek, fikir alışverişinde bulunmaktır. Fıkra (köşe yazısı) ile sıkça karıştırılsa da, fıkra daha çok güncel, siyasi veya toplumsal bir olayı konu alıp genellikle bir gazete köşesinde yayımlanırken, sohbetin konu alanı daha geniştir ve daha kalıcı olabilir.
Sohbet türünü diğer düşünce yazılarından ayıran en belirgin özellik nedir?
Halide Edib Adıvar'ın "Ateşten Gömlek" romanı, Türk Kurtuluş Savaşı'nı doğrudan konu edinen ilk roman olması bakımından edebiyat tarihimizde özel bir yere sahiptir. Eser, savaşta bacaklarını kaybeden ve bir sanatoryumda anılarını kaleme alan Peyami'nin ağzından anlatılır. Roman, İzmir'in işgaliyle sarsılan ve İstanbul'da mitinglere katılan Ayşe'nin, aşık olduğu iki subayla (Peyami ve İhsan) birlikte Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye katılmasını konu alır. Eserde sadece savaşın cephedeki yüzü değil, aynı zamanda cephe gerisindeki insanların fedakarlıkları, acıları ve vatan sevgisi de etkileyici bir şekilde işlenir. Ayşe karakteri, vatan aşkı ile kişisel aşkı arasında bir sembole dönüşür. Roman, savaşın zorlu koşullarını ve o dönemin ruhunu, olayların içinde yer alan karakterlerin gözünden canlı bir tanıklık olarak sunar.
Bu parçaya göre "Ateşten Gömlek" romanının edebi öneminin temel nedeni nedir?
Mevlana Celaleddin Rumi'nin en önemli eseri olan "Mesnevi", didaktik (öğretici) bir amaca hizmet eden, tasavvuf felsefesini anlatan manzum bir eserdir. Ancak Mevlana, soyut ve karmaşık tasavvufi düşünceleri doğrudan anlatmak yerine, bunları daha anlaşılır kılmak için iç içe geçmiş hikâyelerden yararlanır. Bu hikâyeler; hayvan masallarından, halk fıkralarından, tarihi menkıbelerden ve günlük hayattan alınmış kesitlerden oluşur. Her bir hikâye, aslında daha derin bir manevi gerçeği, bir ahlaki ilkeyi veya bir tasavvufi kavramı açıklamak için kullanılan bir alegori, bir semboldür. Okuyucu veya dinleyici, bu basit ve ilgi çekici hikâyeler aracılığıyla, aslında Vahdet-i Vücut (varlığın birliği), nefs mücadelesi, ilahi aşk gibi karmaşık konuları farkında olmadan öğrenir. Bu yöntem, eserin hem bir edebiyat şaheseri hem de bir irfan okulu olmasını sağlamıştır.
Bu parçaya göre Mevlana'nın "Mesnevi"de hikâyeler anlatmasının temel amacı nedir?
Şeyh Galip, Divan edebiyatının son büyük ustası olarak kabul edilir ve "Hüsn ü Aşk" adlı mesnevisi, bu geleneğin zirve eserlerinden biridir. Eser, ilk bakışta Hüsn (Güzellik) adında bir kıza âşık olan Aşk adında bir gencin, ona ulaşmak için "kalp ülkesi"nde yaptığı zorlu ve maceralı yolculuğu anlatan bir aşk hikâyesi gibi görünür. Ancak mesnevinin derin yapısı, tamamen alegorik ve semboliktir. Hikâyedeki her karakter ve mekân, tasavvuf yolculuğundaki bir kavramı temsil eder. Aşk, Allah'a ulaşmak isteyen bir dervişi (salik); Hüsn, ilahi güzelliği yani Allah'ı; Aşk'ın geçtiği zorlu yollar ve karşılaştığı engeller ise dervişin nefs mücadelesini ve çilesini simgeler. Şeyh Galip, bu eserinde kendisinden önceki mesnevi geleneğini aşarak, Sebk-i Hindî akımının da etkisiyle son derece özgün, yoğun imgelerle ve derin bir felsefeyle dolu bir yapı kurmuştur.
Bu parçaya göre "Hüsn ü Aşk" mesnevisinin en belirgin özelliği aşağıdakilerden hangisidir?
Tevfik Fikret, Servetifünun döneminin en önemli şairidir ancak sanat hayatı iki farklı evreye ayrılabilir. Sanatının ilk döneminde, Servetifünun'un genel anlayışına uygun olarak "sanat için sanat" ilkesiyle, bireysel temalı, karamsar ve son derece sanatlı bir dille şiirler yazmıştır. Ancak II. Meşrutiyet'in ilanı ve sonrasında yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılarla birlikte, Fikret sanat anlayışında büyük bir değişim yaşar. Bu ikinci döneminde, sanatını toplumun hizmetine sunarak toplumsal sorunlara, adaletsizliklere, yozlaşmaya ve istibdada (baskı yönetimine) karşı sert bir eleştirel tavır takınır. Özellikle "Sis" şiirinde, o dönemdeki İstanbul'u ahlaki ve manevi bir çöküntü içinde, adeta bir sis perdesi altında tasvir ederek yönetime ve topluma yönelik öfkesini dile getirir. Bu dönemiyle Fikret, "toplum için sanat" anlayışına yönelmiş ve şiiri bir mücadele aracı olarak kullanmıştır.
Bu parçaya göre Tevfik Fikret'in sanat hayatındaki en önemli değişim nedir?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Kiralık Konak" romanı, Tanzimat'tan I. Dünya Savaşı'na kadar uzanan bir süreçte, bir konak metaforu üzerinden Osmanlı toplumunda yaşanan köklü değişimi ve üç nesil arasındaki çatışmayı anlatır. Konağın en yaşlı üyesi Naim Efendi, geleneksel Osmanlı değerlerine ve yaşam tarzına bağlı bir karakterdir. Oğlu Servet Bey, alafranga yaşama özenen, kendi kültürüne yabancılaşmış, çıkarcı bir tiptir. Torunları Seniha ve Cemil ise, tamamen Batı taklitçisi, ahlaki değerlerden yoksun, eğlence düşkünü bir nesli temsil eder. Roman boyunca konağın yavaş yavaş dağılması, içindeki eşyaların satılması ve sonunda boşaltılması, aslında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü ve geleneksel ailenin çözülüşünü simgeler. Yakup Kadri, bu karakterler aracılığıyla bir medeniyetin değişim sancılarını ve bu süreçte yaşanan kimlik bunalımını ustalıkla gözler önüne serer.
"Kiralık Konak" romanında, konağın dağılması neyin simgesidir?
Saf şiir (öz şiir), Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında özellikle Ahmet Haşim ve Yahya Kemal'in öncülük ettiği, şiirin ideolojik veya didaktik amaçlardan arındırılarak sadece estetik bir değer olarak ele alınması gerektiğini savunan bir anlayıştır. Bu anlayışa göre şiir, bir mesaj verme, bir hikâye anlatma veya bir fikri savunma aracı değildir. Şiirin asıl amacı, güzel olanı, mükemmel olanı yakalamaktır. Bu nedenle saf şairler, dilde saflığı, kelimelerin müzikalitesini, ritmi ve ahengi ön planda tutarlar. Onlar için önemli olan "ne söylendiği" değil, "nasıl söylendiği"dir. Şiirde anlam geri plana itilirken, imgesel ve çağrışıma dayalı bir dil kullanılır. Dize, en değerli birim olarak kabul edilir ve her bir dizeyi kusursuz hale getirmek için büyük bir titizlik gösterilir. Bu anlayış, Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairleri de etkilemiştir.
Aşağıdaki dizelerden hangisi, bu parçada anlatılan saf şiir anlayışına en uzaktır?
Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanı, sadece bir eşkıyalık hikâyesi değil, aynı zamanda toplumsal bir başkaldırının ve bir efsanenin doğuşunun destanıdır. Roman, Çukurova'nın yoksul bir köyünde, toprak ağası Abdi Ağa'nın zulmü altında ezilen Memed'in hikâyesini anlatır. Memed, kişisel bir onur meselesi yüzünden Abdi Ağa ile çatışmaya girer ve dağa çıkarak bir eşkıya olur. Ancak onun eşkıyalığı, sıradan bir soygunculuk değildir. O, ağaların ve haksız düzenin zulmettiği yoksul köylülerin yanında yer alır, zenginden alıp fakire dağıtır. Zamanla adı, Çukurova'da dilden dile dolaşan bir halk kahramanına, bir efsaneye dönüşür. Yaşar Kemal, zengin doğa betimlemeleri, yerel deyişler ve destansı bir anlatımla, bireysel bir isyanın nasıl toplumsal bir umuda dönüştüğünü ve halkın kendi adaletini yaratan kahramanları nasıl var ettiğini gözler önüne serer.
Bu parçaya göre, İnce Memed karakterinin bir halk kahramanına dönüşmesinin temel sebebi nedir?
Abdülhak Hamit Tarhan, Tanzimat edebiyatının "Şair-i Azam" (En Büyük Şair) olarak anılan, yenilikçi ve coşkulu bir ismidir. O, Divan şiirinin katı kurallarını ve şekilciliğini yıkmak için büyük bir çaba göstermiştir. Şiirimize daha önce işlenmemiş felsefi temaları, metafizik sorgulamaları, ölüm, hayat ve varlık gibi soyut konuları getirmiştir. Sanatının en belirgin özelliklerinden biri, zıtlıkların (tezatların) bir arada kullanılmasıdır: hayat ve ölüm, neşe ve keder, varlık ve yokluk... Çok sevdiği eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı "Makber" adlı uzun şiiri, Türk edebiyatında ölüm temasını bu denli felsefi bir derinlikle ve isyan dolu bir lirizmle işleyen ilk eserdir. Hamit, bu şiirde ölüm karşısındaki çaresizliğini, isyanını ve metafizik ürpertisini dile getirirken, geleneksel mersiye türünün sınırlarını tamamen aşmıştır.
Bu parçaya göre Abdülhak Hamit Tarhan'ın Türk şiirine getirdiği en önemli yeniliklerden biri nedir?
Natüralizm, 19. yüzyıl sonlarında realizmin daha ileri ve bilimsel bir aşaması olarak Fransa'da ortaya çıkmıştır. Emile Zola'nın öncülüğünü yaptığı bu akım, pozitivist felsefeden ve Darwin'in evrim teorisinden etkilenmiştir. Natüralist yazarlar, toplumu ve insanı bir laboratuvar nesnesi gibi ele alırlar. Onlara göre insan, iradesi zayıf bir varlıktır ve davranışları, soyaçekim (kalıtım) ve yaşadığı sosyal çevrenin (çevre) bir ürünüdür. Bu anlayışa "determinizm" denir. Sanatçı, bir bilim insanı gibi nesnel bir gözlemci olmalı, olayların nedenlerini ve sonuçlarını bilimsel bir kesinlikle ortaya koymalıdır. Eserlerinde toplumun en alt tabakalarından, dışlanmış, yoksul ve hasta insanlara yer vermişler, hayatın en çirkin ve acımasız yönlerini bile tüm çıplaklığıyla anlatmaktan çekinmemişlerdir. Dil, karakterlerin sosyal statülerine uygun olarak, argodan ve sokak ağzından ifadeler içerebilir.
Bu parçaya göre, bir karakterin işlediği bir suçun nedenlerini onun genetik mirasına ve büyüdüğü kötü çevre koşullarına bağlayan bir roman, hangi edebi akımın ilkelerine uygun yazılmıştır?
Fecriati topluluğu, 1909'da bir bildiri (beyanname) yayımlayarak kendilerini edebiyat dünyasına tanıtmış ve "Sanat, şahsi ve muhteremdir." (Sanat, kişisel ve saygıya değerdir.) sloganını benimsemişlerdir. Servetifünun edebiyatına bir tepki olarak ortaya çıktıklarını iddia etseler de, sanat anlayışı bakımından onlardan pek de farklı bir yol izleyememişlerdir. Onlar da "sanat için sanat" ilkesine bağlı kalmış, ağır ve süslü bir dil kullanmış, aruz ölçüsünü ve Batılı nazım biçimlerini benimsemişlerdir. Aşk, tabiat, melankoli gibi bireysel temaları işlemişlerdir. Servetifünun'dan temel farkları, şiirlerinde sembolizmin etkisinin daha belirgin olması ve sanatı daha bilinçli bir şekilde bireysel bir ifade aracı olarak görmeleridir. Ancak topluluk, kısa ömürlü olmuş ve Milli Edebiyat akımının başlamasıyla dağılmıştır. Topluluğun en önemli ve kalıcı ismi, daha sonra saf şiir anlayışını sürdürecek olan Ahmet Haşim'dir.
Bu parçaya göre Fecriati edebiyatı için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
Attilâ İlhan, Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinde kendine özgü bir yer edinmiştir. O, ne Garipçiler gibi şiiri basite indirgemiş ne de İkinci Yeniciler gibi tamamen soyut ve anlamsız bir şiire yönelmiştir. Kendi şiir anlayışını "toplumcu gerçekçi" bir temel üzerine kurarken, bireysel duyarlılıkları, aşkı, yalnızlığı, ölümü ve modern kent insanının bunalımlarını da göz ardı etmemiştir. Şiirlerinde sinematografik bir anlatım, zengin ve özgün imgeler, argoya ve halk deyişlerine yer veren cesur bir dil kullanmıştır. Büyük harflerin ve noktalama işaretlerinin kullanımında kendine has bir tarz geliştirmiştir. Divan şiiri ve halk şiiri geleneğinden beslenmekten çekinmemiş, bu gelenekleri modern bir potada eriterek kendi sentezini oluşturmuştur. Onun şiiri, hem toplumsal bir sorumluluk taşır hem de bireyin iç dünyasına ayna tutar.
Bu parçaya göre Attilâ İlhan'ın şiirini diğer şairlerden ayıran en önemli özellik nedir?
"Hüsnütalil" (güzel nedene bağlama), bir olayın gerçek nedenini bir kenara bırakıp, onu daha güzel, daha şairane ve hayali bir nedene bağlama sanatıdır. Şair, bu sanatı kullanarak anlatımına zarafet ve incelik katar, okuyucuyu şaşırtır. Amaç, bilimsel bir açıklama yapmak değil, estetik bir etki yaratmaktır. Örneğin, "Sen gittin diye yaslara büründü, rengini unuttu tüm çiçekler" dizesinde, çiçeklerin sonbaharda solmasının biyolojik nedeni bir kenara bırakılmış, bu durum sevgilinin gidişinin yarattığı yasa bağlanmıştır. Bu, gerçek nedeni bilmezden gelerek, olaya daha duygusal ve estetik bir boyut kazandırma çabasıdır. Hüsnütalil sanatında mantıksal bir geçerlilik aranmaz, önemli olan hayal gücünün yarattığı güzelliktir.
"Toprak, o güzel yüze değmesin diye / Karargâhını göklere kurmuş bulutlar" dizelerinde görülen en belirgin edebi sanat hangisidir?
Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanı, yayımlandığı dönemde büyük yankı uyandırmış ve Türk romanında bir dönüm noktası olmuştur. Roman, intihar eden arkadaşı Selim Işık'ın geçmişini araştıran Turgut Özben'in hikayesi üzerinden ilerler. Ancak bu araştırma, sıradan bir dedektiflik öyküsü değildir. Turgut, Selim'in neden "tutunamadığını" anlamaya çalışırken, aslında kendi hayatını, toplumla olan ilişkisini ve modern aydının trajedisini sorgulamaya başlar. Atay, bu romanda geleneksel anlatım kalıplarını yıkar; bilinç akışı, iç monolog, mektup, günlük, hatta ansiklopedi maddesi gibi farklı anlatım tekniklerini ve metin türlerini iç içe kullanır. Eser, ironik dili, karmaşık yapısı ve felsefi derinliği ile hem okuyucuyu zorlar hem de ona yeni bir edebi deneyim sunar. "Tutunamayanlar", bireyin toplum içindeki yalnızlığını ve anlam arayışını anlatan en güçlü metinlerden biridir.
Bu parçadan "Tutunamayanlar" romanıyla ilgili aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılamaz?
Ahmet Haşim, Fecriati topluluğunun en önemli şairi ve saf şiir anlayışının Türk edebiyatındaki öncülerindendir. Onun şiir dünyasında en sık rastlanan imgelerden biri "akşam"dır. Haşim için akşam, sadece günün bir vakti değil, aynı zamanda melankolinin, hüznün, gizemin ve hayallerin zamanıdır. Gündüzün aydınlığı ve netliği, ona göre şiirin doğasına aykırıdır; çünkü gündüz, her şeyi olduğu gibi gösterir ve hayale yer bırakmaz. Oysa akşam, renklerin birbirine karıştığı, eşyanın şekil değiştirdiği, yarı aydınlık bir zamandır ve şairin hayal gücünü harekete geçirir. "Akşam, yine akşam, yine akşam / Göllerde bu dem bir kamış olsam" dizelerinde olduğu gibi, şair bu vakitte gerçeklikten sıyrılarak bir hayal alemine sığınır. Akşam, onun için hem bir kaçış hem de şiirsel yaratıcılığın en verimli olduğu andır. Bu nedenle o, "akşam şairi" olarak da anılır.
Bu parçaya göre, Ahmet Haşim'in şiirlerinde "akşam" imgesine sıkça yer vermesinin altında yatan temel neden nedir?
Sebk-i Hindî (Hint üslubu), 17. yüzyılda Divan şiirinde etkili olan, anlam derinliğini, hayal gücünün sınırlarını zorlayan karmaşık imgeleri ve alışılmadık mazmunları ön plana çıkaran bir şiir anlayışıdır. Bu akımın şairleri, herkes tarafından kolayca anlaşılan açık bir anlatım yerine, okuyucunun zihnini zorlayacak, çözülmesi gereken kapalı ve girift bir anlam dünyası kurmayı hedeflerler. Şiirde yeni ve orijinal hayaller bulmak en büyük amaçlarıdır. Bu nedenle, günlük hayatta birbiriyle ilişkisiz görünen kavramları şaşırtıcı bir şekilde bir araya getirirler. Dil, oldukça ağır ve sanatlıdır. Nâilî, Neşâtî ve Şeyh Galip bu akımın Türk edebiyatındaki en önemli temsilcileridir. Bu üslup, anlamın ilk okuyuşta kendini ele vermediği, üzerinde düşünülmesi gereken, felsefi bir derinliğe sahip şiirler ortaya çıkarmıştır.
Aşağıdakilerden hangisi Sebk-i Hindî akımının özelliklerinden biri değildir?
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur" romanı, sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki bir aydının kimlik ve medeniyet bunalımını anlatan felsefi bir eserdir. Romanın başkahramanı Mümtaz, hem Doğu kültürünün (edebiyat, musiki, tasavvuf) derin birikimine sahip hem de Batı sanatını ve felsefesini yakından tanıyan bir karakterdir. Ancak bu iki dünya arasında bir sentez kurmakta, bir "huzur" bulmakta zorlanır. Nuran'a duyduğu aşk, onun için bu dağınık dünyasını bir araya getirecek, ona bir denge ve bütünlük sağlayacak bir umut olur. Roman, Mümtaz'ın gözünden İstanbul'un tarihi ve kültürel mekânlarını, musiki ve sanat üzerine derinlikli düşünceleri, Doğu ile Batı, geçmiş ile şimdi arasındaki gerilimi işler. Eser, bireysel bir aşk hikâyesi ekseninde, aslında bir medeniyetin kendi kimliğini arayış sancılarını ve bir aydının "huzursuzluğunu" anlatır.
Bu parçaya göre, "Huzur" romanındaki Mümtaz karakteri neyi temsil etmektedir?
Varoluşçuluk (egzistansiyalizm), 20. yüzyılda ortaya çıkan ve insanın varoluşunu merkeze alan bir felsefe akımıdır. Bu felsefeye göre, "varoluş özden önce gelir." Yani, insan önceden belirlenmiş bir öze, bir amaca veya bir kadere sahip olarak dünyaya gelmez. Önce var olur, daha sonra eylemleriyle, seçimleriyle ve sorumluluklarıyla kendi özünü kendisi yaratır. İnsan, bu sonsuz özgürlüğe "mahkûm" edilmiştir ve bu özgürlüğün getirdiği sorumluluk, "bulantı" ve "saçma" duygusunu da beraberinde getirir. Türk edebiyatında, Yusuf Atılgan'ın eserleri, özellikle de "Aylak Adam" ve "Anayurt Oteli" romanları, varoluşçu felsefenin izlerini derin bir şekilde taşır. Her iki romanın başkahramanı da (C. ve Zebercet), toplumun onlara dayattığı rolleri ve kimlikleri reddederek kendi varoluşlarını sorgulayan, çevrelerine yabancılaşmış, bunaltı içinde ve anlam arayışında olan anti-kahramanlardır.
Bu parçaya göre, Yusuf Atılgan'ın romanlarındaki karakterlerin temel sorunsalı nedir?
Tanzimat Dönemi Türk romanının en temel meselelerinden biri, "yanlış Batılılaşma" temasıdır. Bu romanlarda, Batı medeniyetinin sadece dışsal, yüzeysel yönlerini (kıyafet, eğlence, lüks tüketim) taklit eden, kendi kültürüne ve değerlerine yabancılaşmış tipler eleştirilir. Ahmet Mithat Efendi'nin "Felatun Bey ile Rakım Efendi" romanı bu temanın en belirgin örneklerindendir. Romanda, mirasyedi, alafranga düşkünü, savurgan ve tembel Felatun Bey, yanlış Batılılaşan tipi temsil eder. Onun karşısında ise Batı kültürünü ve bilimini öğrenmiş ama kendi geleneklerine ve ahlakına bağlı, çalışkan, tutumlu ve erdemli bir Osmanlı aydını olan Rakım Efendi yer alır. Yazar, bu iki zıt karakteri karşılaştırarak, Batılılaşmanın nasıl olması gerektiğine dair okuyucuya bir mesaj verir: Batı'nın ilmini ve tekniğini almak, ancak kendi kültürümüzü ve kimliğimizi korumak.
"Felatun Bey ile Rakım Efendi" romanında, Rakım Efendi karakteri hangi ideali temsil etmektedir?
Bilinç akışı, 20. yüzyıl modern romanında ortaya çıkan ve bir karakterin zihninden geçen düşüncelerin, anıların, duyguların ve çağrışımların, herhangi bir mantıksal süzgeçten veya gramer kuralından geçirilmeden, olduğu gibi, kesintisiz ve akış halinde aktarıldığı bir anlatım tekniğidir. Bu teknikte amaç, karakterin iç dünyasını en dolaysız ve en gerçekçi haliyle okuyucuya sunmaktır. Cümleler genellikle yarım kalır, mantıksal bağlantılar kopuktur, düşünceler bir çağrışımdan diğerine atlar; tıpkı insan zihninin gerçek işleyişinde olduğu gibi. Anlatıcı, karakterin zihnine girer ve adeta bir kayıt cihazı gibi oradaki kaotik akışı kaydeder. Bu teknik, geleneksel romanın düzenli ve mantıksal olay örgüsünü kırarak, karakterin psikolojik derinliğini ön plana çıkarır. James Joyce, Virginia Woolf ve William Faulkner bu tekniğin dünya edebiyatındaki ustalarıdır.
Aşağıdaki metin parçalarından hangisi, bilinç akışı tekniğine bir örnek olabilir?
Orhan Pamuk'un "Kara Kitap" romanı, postmodern edebiyatın Türk edebiyatındaki en yetkin örneklerinden biridir. Romanın merkezinde, karısı Rüya tarafından terk edilen avukat Galip'in, onu ve köşe yazarı olan kuzeni Celal'i İstanbul sokaklarında araması yer alır. Ancak bu arayış, zamanla basit bir kayıp insan arayışından çıkarak, bir kimlik arayışına, "başkası olma" arzusuna ve İstanbul'un tarihi, kültürel ve gizemli katmanlarında bir yolculuğa dönüşür. Galip, Celal'in köşe yazılarını ve eski metinleri birer ipucu gibi kullanarak, şehrin ve kendi geçmişinin dehlizlerinde kaybolur. Pamuk, romanda metinlerarasılığa sıkça başvurur; Mevlana'dan, Hüsn ü Aşk'tan, gazetelerden ve ansiklopedilerden alıntılar yapar. Anlatı, tek bir gerçekliğe odaklanmak yerine, farklı hikayeleri, olasılıkları ve kimlikleri iç içe geçirerek, gerçeğin ve kurmacanın sınırlarını belirsizleştirir.
Bu parçaya göre "Kara Kitap" romanındaki Galip'in arayışı, en kapsamlı şekilde nasıl tanımlanabilir?
Tanzimat romanında sıkça işlenen "yanlış Batılılaşma" teması, Recaizade Mahmut Ekrem'in "Araba Sevdası" romanında trajikomik bir boyuta ulaşır. Romanın başkahramanı Bihruz Bey, babasından kalan mirasla lüks içinde yaşayan, gösteriş meraklısı, alafranga olmaya özenen bir gençtir. Ancak onun Batılılığı, Fransızca birkaç kelime konuşmaktan, lüks arabalarla gezmekten ve dönemin modasına uymaktan ibarettir. Kendi dilini ve kültürünü küçümserken, hayranı olduğu Batı medeniyetinin de sadece en yüzeysel yönlerini taklit eder. Roman, Bihruz Bey'in Periveş adında bir kadına olan karşılıksız ve hayali aşkı etrafında şekillenir. Bihruz Bey'in yaşadığı hayal kırıklıkları, düştüğü komik durumlar ve trajik sonu, aslında onun şahsında, bu tür bir yüzeysel taklitçiliğin ne kadar boş ve yıkıcı olduğunu gösterir. "Araba Sevdası", bu yönüyle, hem bir karakter eleştirisi hem de bir dönem eleştirisidir.
"Araba Sevdası" romanındaki Bihruz Bey karakteri, aşağıdaki kavramlardan hangisini eleştirmek için kurgulanmıştır?
Bilge Karasu, Türk edebiyatında dilin sınırlarını zorlayan, metinlerini felsefi bir derinlik ve simgesel bir anlatımla kuran özgün bir yazardır. Onun eserlerinde geleneksel olay örgüsü genellikle geri plandadır. Karasu için asıl önemli olan, dilin kendisiyle oynamak, kelimelerin ve kavramların yerleşik anlamlarını sorgulamak ve okuyucuyu alışık olmadığı bir düşünme sürecine davet etmektir. Metinleri, genellikle ölüm, korku, sevgi, tutku, iktidar gibi temel insani durumlar ve felsefi kavramlar etrafında döner. Anlatım, sık sık masalsı, mitolojik ve alegorik bir yapıya bürünür. Karakterler, belirli bir psikolojiye sahip bireylerden çok, belirli bir fikri veya durumu temsil eden figürler gibidir. Bu nedenle Bilge Karasu'yu okumak, sadece bir hikâye takip etmek değil, aynı zamanda dilin ve anlamın labirentlerinde felsefi bir yolculuğa çıkmaktır.
Bu parçaya göre Bilge Karasu'nun edebiyat anlayışında öncelikli olan nedir?