D 0
Y 0
B 0
Soru

Realizm (gerçekçilik), 19. yüzyılın ikinci yarısında romantizmin aşırı duygusallığına ve hayalciliğine bir tepki olarak Fransa'da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Realist sanatçılar, hayatı olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla, nesnel bir gözle ve bilimsel bir titizlikle yansıtmayı amaçlamışlardır. Gözlem ve araştırma, eserlerini oluştururken başvurdukları en temel yöntemlerdir. Toplumun sıradan insanlarını, onların günlük yaşamlarını, sosyal ve ekonomik sorunlarını, karakterlerin psikolojilerini etkileyen çevre faktörlerini ön plana çıkarmışlardır. Yazarlar, eserlerinde kendi duygu ve düşüncelerini gizleyerek adeta bir bilim insanı gibi tarafsız bir tutum sergilemişlerdir. Stendhal, Balzac, Flaubert gibi isimler bu akımın dünya edebiyatındaki en önemli temsilcileridir.

Bu parçaya göre realizm akımının temel ilkesi aşağıdakilerden hangisidir?

Soru

Makale, herhangi bir konuda bilgi vermek, bir tezi kanıtlamak veya bir düşünceyi savunmak amacıyla yazılan, bilimsel bir temele dayanan ciddi ve nesnel bir yazı türüdür. Makalelerde yazar, kişisel görüşlerinden çok, araştırma, inceleme ve belgelere dayandırdığı bilgileri sunar. Dil, açık, anlaşılır ve ciddidir; sanatsal kaygılardan ve süslü ifadelerden uzaktır. Amaç, okuyucuyu bilgilendirmek ve ikna etmektir. Bu nedenle, ileri sürülen düşünceler örnekler, istatistiksel veriler, tanık gösterme gibi kanıtlama yollarıyla desteklenir. Gazete ve dergilerde yayımlanan makaleler, genellikle giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşan planlı bir yapıya sahiptir.

Aşağıdakilerden hangisi makale türünün bir özelliği değildir?

Soru

Namık Kemal, Tanzimat Dönemi'nin en önemli sanatçı ve düşünürlerinden biridir. "Vatan Şairi" olarak anılmasının nedeni, eserlerinde vatan sevgisini, hürriyet, adalet ve meşrutiyet gibi kavramları coşkulu bir dille işlemesidir. O, edebiyatı sadece estetik bir uğraş olarak görmemiş, aynı zamanda toplumu bilinçlendirmek ve Batılı anlamda yeni fikirleri yaymak için bir araç olarak kullanmıştır. "Sanat, toplum içindir" anlayışını benimsemiştir. "Vatan yahut Silistre" adlı tiyatro eseri, sahnelendiğinde halk arasında büyük bir yurt sevgisi ve heyecan dalgası yaratmıştır. Şiirlerinde, romanlarında ve tiyatrolarında, eski edebiyatın soyut dünyasından sıyrılarak toplumsal ve siyasi konulara odaklanmış, bu yönüyle kendisinden sonraki nesillere de öncülük etmiştir.

Bu parçaya göre Namık Kemal'in edebiyatı bir araç olarak kullanmasındaki temel amaç nedir?

Soru

Yunus Emre, 13. yüzyılda Anadolu'da yaşamış, Türk tasavvuf şiirinin en büyük ustalarından biridir. Şiirlerinin merkezinde, derin bir insan sevgisi ve Allah aşkı bulunur. O, karmaşık felsefi düşünceleri, medrese dilinin ağdalı yapısından uzak, halkın konuştuğu arı ve duru bir Türkçe ile ifade etmiştir. Bu samimi ve içten dil, onun mesajının yüzyıllar boyunca geniş kitlelere ulaşmasını sağlamıştır. Yunus'a göre yaratılmış her şeye sevgiyle yaklaşmak, Yaradan'a ulaşmanın bir yoludur. "Yaratılanı severiz, Yaradan'dan ötürü" dizesi, onun bu evrensel felsefesini özetler. Şiirleri, sadece dini ve tasavvufi bir derinlik taşımakla kalmaz, aynı zamanda insani değerler, hoşgörü ve sevgi üzerine kurulu bir dünya görüşü sunar.

Bu parçaya göre Yunus Emre'nin şiirlerinin yüzyıllardır sevilerek okunmasının temel nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

Soru

Divan edebiyatı, yaklaşık 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Anadolu'da etkili olmuş, İslam kültürü ve estetiği çevresinde şekillenmiş bir yazılı edebiyat geleneğidir. Bu edebiyatta dil, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların yoğun olarak kullanıldığı, "Osmanlı Türkçesi" olarak adlandırılan sanatlı bir dildir. Şiirler, "divan" adı verilen kitaplarda toplandığı için bu ismi almıştır. Aşk, şarap, tabiat güzellikleri gibi konuların yanı sıra din ve tasavvuf da önemli bir yer tutar. Ancak bu konular, genellikle soyut ve idealize edilmiş bir dünyada, belirli mazmunlar (kalıplaşmış ifadeler) aracılığıyla işlenir. Örneğin, sevgili genellikle güzelliğiyle âşığa acı çektiren, ulaşılmaz bir varlıktır. Şiirde anlamdan çok, söyleyiş güzelliği ve kurallara uygunluk ön plandadır. Gazel, kaside, mesnevi gibi belirli nazım biçimleri kullanılmıştır.

Bu parçaya göre aşağıdakilerden hangisi Divan edebiyatının bir özelliği değildir?

Soru

Karagöz ve Hacivat, gölge oyunu olarak bilinen geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli iki karakteridir. Deriden kesilmiş ve "tasvir" adı verilen figürlerin, arkadan ışıklandırılmış beyaz bir perdeye yansıtılmasıyla oynanır. Bu oyunda Karagöz, okumamış, patavatsız, halktan, saf ve dürüst bir karakteri temsil eder. Söylenenleri sık sık yanlış anlar ve bu yanlış anlamalar oyunun temel güldürü unsurunu oluşturur. Hacivat ise tam tersine, biraz eğitim görmüş, Arapça ve Farsça kelimeler kullanarak kendini aydın göstermeye çalışan, kurnaz, hesapçı ve nabza göre şerbet veren bir tiptir. Oyun, genellikle bu iki zıt karakterin atışmaları, yanlış anlamaları ve diyalogları üzerine kuruludur ve bu yolla hem güldürür hem de dönemin toplumsal yapısına dair eleştiriler sunar.

Bu parçaya göre Karagöz ve Hacivat oyununun temel güldürü ögesi nedir?

Soru

Halk hikâyeleri, destan geleneğinden modern romana geçişte bir köprü görevi gören, genellikle aşk ve kahramanlık konularını işleyen anonim halk edebiyatı ürünleridir. Bu hikâyeler, âşıklar tarafından saz eşliğinde, anlatı (nesir) ve şiir (nazım) karışık bir şekilde anlatılır. Olayların anlatıldığı kısımlar düzyazı, duyguların yoğunlaştığı, kahramanların konuştuğu bölümler ise şiir şeklindedir. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber gibi hikâyeler bu türün en bilinen örnekleridir. Hikâyelerde olağanüstü olaylara ve karakterlere destanlara göre daha az yer verilir, olaylar daha gerçekçi bir zemine yakındır. Genellikle ilahi bir bakış açısıyla anlatılırlar ve sonunda sevenler ya ölerek ya da başka engellerle birbirine kavuşamaz.

Bu parçada halk hikâyelerinin hangi özelliğine değinilmemiştir?

Soru

Epope olarak da bilinen destan, bir milletin hayatında derin izler bırakan savaş, göç, kıtlık gibi büyük tarihi ve sosyal olayları veya bu olaylarda kahramanlık göstermiş efsanevi kişileri anlatan, genellikle manzum (şiir şeklinde) ve uzun bir edebi türdür. Destanlar, "doğal destan" ve "yapma destan" olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal destanlar, halk arasında sözlü gelenekte kendiliğinden oluşmuş, zamanla gelişmiş ve daha sonra bir şair tarafından derlenmiş anonim eserlerdir. Oğuz Kağan Destanı, İlyada, Gılgamış gibi. Yapma destanlar ise, bir şairin, milletini derinden etkileyen bir olayı, doğal destanları örnek alarak bilinçli bir şekilde yazmasıyla oluşur. Üç Şehitler Destanı (Fazıl Hüsnü Dağlarca), Kurtuluş Savaşı Destanı (Nazım Hikmet) gibi.

Doğal destan ile yapma destan arasındaki en temel fark nedir?

Soru

Şiirde redif, dize sonlarında tekrar eden ve aynı görevde kullanılan ekler veya aynı anlamda kullanılan kelimelerdir. Kafiye (uyak) ise, rediften önce gelen ve yine dize sonlarında tekrar eden, görevleri ve anlamları farklı olan ses benzerlikleridir. Kafiyeyi bulmak için önce redif (varsa) bulunur ve dizeden atılır, geri kalan kısımda ses benzerliği aranır. Eğer sadece bir ses benziyorsa "yarım kafiye", iki ses benziyorsa "tam kafiye", ikiden fazla ses benziyorsa "zengin kafiye" olur. Örneğin, "yolcu" ve "kolcu" kelimelerinde "-cu" ekleri aynı görevde olduğu için rediftir. Geriye kalan "yol" ve "kol" kelimelerindeki "-ol" sesleri ise iki ses benzerliği olduğu için tam kafiyedir.

"Gidiyorum gurbeti gönlümde duya duya / Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya" dizelerindeki uyak ve redif için ne söylenebilir?

Soru

Milli Edebiyat akımı, 1911 yılında Selanik'te çıkarılan "Genç Kalemler" dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem gibi sanatçıların öncülüğünde başlamıştır. Bu akımın temel amacı, edebiyatı Arapça ve Farsça kelimelerin ve kuralların etkisinden kurtararak "milli" bir kimliğe kavuşturmaktır. "Yeni Lisan" adını verdikleri bu dil anlayışına göre, yazı dilinde İstanbul Türkçesi esas alınmalı, Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları ve tamlamalar tamamen terk edilmeli, halkın diline yerleşmiş olanlar dışındaki yabancı kelimeler atılmalıdır. Konu olarak ise kendi tarihimize, kültürümüze ve Anadolu insanının yaşamına yönelmişlerdir. Bu akım, hem dilde sadeleşmenin hem de edebiyatta yerli ve milli konulara yönelişin başlangıcı olmuştur.

Bu parçaya göre Milli Edebiyat akımının dil konusundaki temel tutumu nedir?

Soru

Sait Faik Abasıyanık, modern Türk öykücülüğünün öncü isimlerinden biridir. Onun öykülerinde süslü anlatımlara, büyük olaylara veya karmaşık kurgulara pek rastlanmaz. Sait Faik, İstanbul'un sokaklarında, balıkçı köylerinde, adalarda karşılaştığı sıradan insanların, balıkçıların, işsizlerin, çocukların, yani toplumun kıyısında kalmış gibi görünen karakterlerin küçük anlarını ve iç dünyalarını anlatır. Bunu yaparken olaydan çok "durum" üzerine yoğunlaşır. Bir anlık bir bakış, bir vapur yolculuğu, deniz kenarında bir sohbet onun için bir öykü konusu olabilir. İnsana olan derin sevgisi ve her canlıya karşı duyduğu merhamet, eserlerinin temelini oluşturur. O, yargılamadan, sadece gözlemleyerek ve hissederek insanın en yalın halini okuyucuya sunar.

Bu parçadan Sait Faik'in öykücülüğü ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisine varılamaz?

Soru

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eserlerinde "zaman" kavramı, basit bir kronolojinin çok ötesinde, felsefi bir derinlik taşır. Tanpınar için zaman, "ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında" dizesinde özetlediği gibi, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında karmaşık bir ilişkiler ağıdır. O, geçmişin kaybolup gitmediğine, anılar, rüyalar ve kültürel miras aracılığıyla şimdiki zamanın içinde yaşamaya devam ettiğine inanır. Özellikle "rüya" ve "musiki" (müzik) gibi unsurları, zamanın bu farklı katmanları arasında geçiş yapmayı sağlayan araçlar olarak kullanır. Onun romanlarında karakterler, genellikle şimdiki zamanda yaşadıkları bir olaydan yola çıkarak geçmişe dalar, kayıp bir zamanın peşine düşerler. Bu, sadece kişisel bir nostalji değil, aynı zamanda medeniyetlerin ve kültürün zaman içindeki devamlılığını sorgulama çabasıdır.

Bu parçaya göre Tanpınar'ın eserlerinde zaman kavramı nasıl ele alınmıştır?

Soru

Anı (hatıra) ve günlük (günce), her ikisi de bir kişinin başından geçen olayları anlattığı yazı türleri olmaları bakımından benzerlik gösterir. Ancak aralarında önemli farklar vardır. Günlük, adından da anlaşılacağı gibi, olayların yaşandığı gün, sıcağı sıcağına kaleme alınır. Bu nedenle duygular, düşünceler ve olayların ayrıntıları daha taze ve anlıktır. Yazar, genellikle o gün yaşadıklarını, hissettiklerini tarih belirterek kaydeder. Anı ise, yaşanmış olayların üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra, hafızada kalan şekliyle ve bir bütünlük içinde yazılır. Yazar, geçmişe dönüp baktığında olayları yeniden değerlendirir, yorumlar ve o gün fark edemediği anlamları ortaya çıkarabilir. Dolayısıyla anılarda zamanın getirdiği bir perspektif ve seçicilik varken, günlüklerde anlık bir kayıt tutma esastır.

Bu parçaya göre anı ile günlüğü birbirinden ayıran en temel fark nedir?

Soru

Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" adlı romanı, otobiyografik özellikler taşıyan, psikolojik bir eserdir. Roman, adını vermediği 15 yaşındaki bir gencin, bacağındaki kemik hastalığıyla mücadelesini ve bu süreçte yaşadığı ruhsal çalkantıları anlatır. Hastalık, sadece fiziksel bir acı kaynağı değil, aynı zamanda genç kahramanın hayata, insanlara ve aşka bakışını şekillendiren bir unsurdur. Hastanenin soğuk ve umutsuz atmosferi ile Erenköy'deki köşkün canlı ve neşeli yaşamı arasında gidip gelir. Bir yanda hastalık ve ölüm gerçeği, diğer yanda Nüzhet'e duyduğu saf ve imkânsız aşk vardır. Peyami Safa, bu romanda olay örgüsünden çok, kahramanın iç dünyasına, acılarına, umutlarına ve hayal kırıklıklarına odaklanarak okuyucuyu derinden etkiler.

Bu parçadan hareketle "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

Soru

"Güneş, yorgun bir savaşçı gibi kalkanını yavaşça dağların ardına indiriyordu." cümlesinde, aslında cansız bir varlık olan güneşe, insana ait özellikler olan "yorgun olma" ve "kalkan indirme" eylemleri yüklenmiştir. Edebiyatta bu sanata "teşhis" veya "kişileştirme" denir. Şairler ve yazarlar, anlatımlarını daha canlı, daha etkileyici ve daha somut hale getirmek için bu sanatı sıkça kullanırlar. Kişileştirme yoluyla doğadaki varlıklar, okuyucunun zihninde birer karakter gibi canlanır, onlarla bir duygu bağı kurulması kolaylaşır. Bu sanat, aynı zamanda soyut kavramları daha anlaşılır kılmak için de bir araç olabilir.

Bu parçada anlatılanlara göre, kişileştirme sanatının temel işlevi nedir?

Soru

Sabahattin Ali, eserlerinde genellikle toplumun alt tabakalarından gelen, ezilmiş, hor görülmüş ama onurunu korumaya çalışan insanların hikâyelerini anlatır. Köylüler, işçiler, kasaba aydınları ve mapushanelerdeki insanlar onun öykü ve romanlarının merkezindedir. Yazar, bu karakterlerin yaşadığı haksızlıkları, çaresizlikleri ve iç çatışmalarını güçlü bir gözlem yeteneğiyle ve sade bir dille okuyucuya aktarır. O, romantik ve hayalperest bir anlatımdan çok, gerçekçi bir bakış açısını benimser. Toplumsal adaletsizlik, sınıf farklılıkları, sevgi ve insanın içindeki iyilik ile kötülük arasındaki mücadele, eserlerinde sıkça işlediği temalardır. Amacı, süslü bir edebiyat yapmak değil, insanın ve toplumun gerçeklerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektir.

Bu parçaya göre Sabahattin Ali'nin edebiyat anlayışı için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

Soru

Bir metnin ana fikri, yazarın okuyucuya vermek istediği temel mesaj, asıl düşüncedir. Yardımcı fikirler ise bu ana fikri destekleyen, açıklayan, geliştiren veya kanıtlayan diğer düşüncelerdir. Bir paragrafta genellikle bir ana fikir ve onu destekleyen birden çok yardımcı fikir bulunur. Ana fikri bulmak için "Yazar bu metni neden yazmış?", "Bana asıl ne anlatmak istiyor?" gibi sorular sorulabilir. Yardımcı fikirler, ana fikrin daha iyi anlaşılmasını sağlayan ayrıntılar, örnekler, karşılaştırmalar veya tanıklıklardır. Sağlam bir metin yapısında, tüm yardımcı fikirler bir ağacın dallarının gövdeye bağlanması gibi ana fikre hizmet etmeli ve onunla tutarlı olmalıdır.

Bir ağacın gövdesi ana fikre benzetilirse, dalları, yaprakları ve meyveleri neye benzetilebilir?

Soru

Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam" romanının başkahramanı C., modern toplumun dayattığı kalıplara, tekdüzeliğe ve anlamsızlığa karşı çıkan bir karakterdir. Çalışmak, bir meslek sahibi olmak, evlenmek gibi toplumsal beklentileri reddeder. Vaktini İstanbul sokaklarında dolaşarak, sanat galerilerini gezerek ve insanları gözlemleyerek geçirir. C.'nin bu "aylaklığı", basit bir tembellik değil, bir tür felsefi direniştir. O, hayatın sıradanlığı içinde kaybolan "gerçek sevgiyi" ve "anlamı" aramaktadır. Ancak bu arayışı, onu sürekli bir tatminsizliğe, yalnızlığa ve topluma yabancılaşmaya iter. Roman, bireyin toplumla olan çatışmasını ve modern insanın anlam arayışını etkileyici bir şekilde sorgular.

Bu parçaya göre C. karakterinin "aylaklığı"nın altında yatan temel neden nedir?

Soru

Benzetme (teşbih), anlatımı güçlendirmek amacıyla, aralarında ortak bir nitelik bulunan iki varlık veya kavramdan, nitelikçe zayıf olanın güçlü olana benzetilmesi sanatıdır. Tam bir benzetmede dört temel öge bulunur: benzeyen (nitelikçe zayıf olan), kendisine benzetilen (nitelikçe güçlü olan), benzetme yönü (ortak özellik) ve benzetme edatı (gibi, kadar, sanki vb.). Örneğin, "Ahmet'in dişleri inci gibi parlaktı" cümlesinde, "Ahmet'in dişleri" benzeyen, "inci" kendisine benzetilen, "parlak olması" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır. Bazen bu ögelerden biri veya birkaçı kullanılmayabilir. Sadece benzeyen ve kendisine benzetilen ile yapılan benzetmelere "teşbih-i beliğ" (güzel benzetme) denir. Örneğin, "kömür gözler" ifadesi böyledir.

"Aslan askerlerimiz, düşmanın üzerine korkusuzca atıldı." cümlesindeki benzetmenin ögeleri düşünüldüğünde, hangi öge kullanılmamıştır?

Soru

Eleştiri, bir sanat eserini veya bir düşünceyi, olumlu ve olumsuz yönleriyle, belirli ölçütlere dayanarak değerlendiren ve yorumlayan yazı türüdür. Eleştirinin amacı, eseri yermek ya da körü körüne övmek değil, onun değerli ve değersiz yönlerini, başarılı ve başarısız taraflarını somut gerekçelere dayandırarak ortaya koymaktır. İyi bir eleştirmen, esere kişisel beğenilerinin veya önyargılarının ötesinde, nesnel bir gözle yaklaşmaya çalışır. Eserin konusunu, dilini, üslubunu, karakterlerini, kurgusunu ve ait olduğu edebi gelenek içindeki yerini analiz eder. Bu sayede hem okuyucuya eseri daha iyi anlaması için bir rehber sunar hem de sanatçıya kendi eseri hakkında bir geri bildirimde bulunarak onun gelişimine katkı sağlar.

Bu parçaya göre aşağıdakilerden hangisi iyi bir eleştirinin özelliklerinden biri değildir?

Soru

İkinci Yeni şiiri, Garip akımının aşırı yalınlığına ve sıradanlığına bir tepki olarak doğmuştur. Bu akımın şairleri, şiirin basit bir anlatım aracı olamayacağını, kendine özgü bir dili olması gerektiğini savunmuşlardır. Bu nedenle, günlük konuşma dilinden uzaklaşarak, soyut, çağrışıma dayalı ve imgesel bir dil kurmuşlardır. Onlar için anlam, şiirde ilk planda değildir; önemli olan, kelimelerin yarattığı müzik, duygu ve atmosferdir. Bu şairler, bilinçaltını, rüyaları ve soyut kavramları keşfe çıkmış, alışılmadık bağdaştırmalar ve imgelerle okuyucunun zihnini zorlamayı hedeflemişlerdir. Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar gibi isimlerin öncülük ettiği bu akım, şiiri "anlamdan" çok "sezgiye" ve "duyuma" yaklaştırmıştır. Bu yüzden İkinci Yeni şiirini anlamak değil, hissetmek esastır.

Bu parçadan hareketle, İkinci Yeni şiirinin Garip şiirinden temel farkı aşağıdakilerden hangisidir?

Soru

Edebi metinlerde "ironi", söylenenin tam tersinin kastedildiği veya bir durumun görünürdeki haliyle gerçekteki halinin çeliştiği bir anlatım tekniğidir. Yazar, bu tekniği kullanarak eleştirdiği düşünceyi veya durumu, doğrudan söylemek yerine dolaylı bir yolla, alaycı bir tavırla ifade eder. Okuyucunun, metnin yüzeyindeki anlamın altına bakarak asıl kastedileni anlaması beklenir. Örneğin, çok tembel bir karakter için "Ne kadar da çalışkan biri!" denmesi bir ironidir. İroni, sadece sözle yapılmaz; bir karakterin büyük umutlarla yaptığı bir eylemin tam tersi bir sonuçla bitmesi de "durum ironisi" olarak adlandırılır. Bu teknik, metne eleştirel bir derinlik katar ve okuyucuyu aktif bir düşünme sürecine dahil eder.

Sınavdan çok düşük bir not alan öğrenciye öğretmeninin "Harika bir sonuç, senden de bu beklenirdi!" demesi, parçada anlatılan hangi kavrama örnektir?

Soru

Postmodern roman, modern romanın kuralcı ve bütünlüklü yapısına bir başkaldırıdır. Geleneksel roman anlayışında yazar, kurguladığı dünyanın tanrısı gibidir; her şeyi bilir ve okuyucuyu yönlendirir. Postmodern romanda ise bu yapı yıkılır. Yazar, kurgunun içinde kendine yer verebilir, okuyucuyla doğrudan konuşabilir ve hatta metnin bir kurmaca olduğunu açıkça itiraf edebilir. "Üstkurmaca" adı verilen bu teknikle, romanın yazılış süreci de romanın bir parçası haline gelir. Ayrıca, postmodern romanlar genellikle tek bir bakış açısı yerine çoklu bakış açılarını, doğrusal bir zaman akışı yerine parçalanmış zamanı ve farklı metin türlerini (mektup, gazete haberi, ansiklopedi maddesi vb.) bir arada kullanmayı (metinlerarasılık) severler. Amaç, okuyucuya tek bir "doğru" sunmak değil, onu anlamın çoğulluğu içinde aktif bir katılımcı haline getirmektir.

Bir romanda yazarın aniden araya girip, "Sevgili okur, şimdi bu karakteri burada bırakıp diğerinin başına gelenlere bakalım." demesi, parçada anlatılan hangi postmodern tekniğe bir örnektir?

Soru

Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar" romanı, yayımlandığı dönemde büyük yankı uyandırmış ve Türk romanında bir dönüm noktası olmuştur. Roman, intihar eden arkadaşı Selim Işık'ın geçmişini araştıran Turgut Özben'in hikayesi üzerinden ilerler. Ancak bu araştırma, sıradan bir dedektiflik öyküsü değildir. Turgut, Selim'in neden "tutunamadığını" anlamaya çalışırken, aslında kendi hayatını, toplumla olan ilişkisini ve modern aydının trajedisini sorgulamaya başlar. Atay, bu romanda geleneksel anlatım kalıplarını yıkar; bilinç akışı, iç monolog, mektup, günlük, hatta ansiklopedi maddesi gibi farklı anlatım tekniklerini ve metin türlerini iç içe kullanır. Eser, ironik dili, karmaşık yapısı ve felsefi derinliği ile hem okuyucuyu zorlar hem de ona yeni bir edebi deneyim sunar. "Tutunamayanlar", bireyin toplum içindeki yalnızlığını ve anlam arayışını anlatan en güçlü metinlerden biridir.

Bu parçadan "Tutunamayanlar" romanıyla ilgili aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılamaz?

Soru

Anlatımda bakış açısı, yazarın olayları ve karakterleri hangi noktadan gördüğünü ve anlattığını ifade eder. Üç temel bakış açısı vardır. Birincisi, "ilahi (tanrısal) bakış açısı"dır. Burada anlatıcı, olayların ve karakterlerin geçmişini, geleceğini, düşüncelerini ve duygularını, yani her şeyi bilir. Bir tanrı gibi kurgusal dünyanın üzerindedir. İkincisi, "kahraman bakış açısı"dır. Olaylar, romanın kahramanlarından birinin ağzından, "ben" diliyle anlatılır. Okuyucu, olayları sadece o karakterin bildiği, gördüğü ve hissettiği kadarıyla öğrenir. Üçüncüsü ise "gözlemci (müşahit) bakış açısı"dır. Anlatıcı, olayların dışında duran bir gözlemci gibidir. Bir kamera tarafsızlığıyla sadece gördüklerini ve duyduklarını aktarır; karakterlerin iç dünyasına, düşüncelerine ve duygularına giremez.

"Ahmet, odada yalnız kalınca derin bir hüzne kapıldı. Yıllar önce kaybettiği arkadaşını hatırladı ve 'Keşke gitmeseydi,' diye düşündü." cümlesi, hangi bakış açısıyla yazılmıştır?

Soru

Alegorik anlatım, bir düşünceyi, bir kavramı veya bir mesajı, simgesel karakterler veya olaylar aracılığıyla dolaylı olarak anlatma yöntemidir. Bu tür metinlerde, her bir karakter veya nesne, aslında kendisinden daha büyük bir soyut kavramı (adalet, özgürlük, cehalet vb.) temsil eder. Okuyucunun, metnin yüzeydeki hikayesinin altına inerek bu sembolik anlam katmanını çözmesi beklenir. Örneğin, George Orwell'ın "Hayvan Çiftliği" romanı, ilk bakışta bir çiftlikteki hayvanların isyanını anlatan basit bir masal gibi görünür. Ancak alegorik olarak okunduğunda, çiftliğin Sovyet Rusya'yı, hayvanların ise devrim sürecindeki farklı toplumsal sınıfları ve liderleri temsil ettiği anlaşılır. Alegori, yazarın eleştirel veya felsefi düşüncelerini, sansürden kaçınmak veya anlatımı daha etkili kılmak için üstü kapalı bir şekilde ifade etmesine olanak tanır.

Bu parçaya göre alegorik bir eseri anlamanın temel koşulu nedir?

Soru

Franz Kafka'nın "Dönüşüm" adlı eseri, modern edebiyatın en sarsıcı metinlerinden biridir. Roman, Gregor Samsa adlı bir pazarlamacının bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmasıyla başlar. Bu fantastik başlangıca rağmen, hikayenin geri kalanı son derece gerçekçi bir tonda ilerler. Ailesinin geçimini sağlayan Gregor, bu dönüşümden sonra artık çalışamaz hale gelir ve odasına hapsolur. Başlangıçta ona acıyan aile üyeleri, zamanla onu bir yük olarak görmeye başlar, ondan iğrenir ve onu dışlarlar. Gregor'un trajedisi, sadece fiziksel bir dönüşüm değil, aynı zamanda modern toplumda bireyin işlevini yitirdiğinde nasıl yabancılaştığının, ailesi ve toplum tarafından nasıl dışlandığının da bir alegorisidir. Eser, bireyin anlamsızlık ve yalnızlık içindeki çırpınışını etkili bir dille anlatır.

Bu parçaya göre Gregor Samsa'nın bir böceğe dönüşmesi, aslında neyi simgelemektedir?

Soru

Şiirde ahenk, seslerin uyumlu bir şekilde kullanılmasıyla elde edilen müzikalitedir. Bu ahengi sağlayan unsurların başında ölçü, uyak (kafiye) ve redif gelir. Ölçü, dizelerdeki hece sayısının veya hecelerin açıklık-kapalılık durumunun belirli bir düzene göre sıralanmasıdır. Uyak, dize sonlarında, yazılışları ve anlamları farklı ancak sesleri birbirine benzeyen kelime veya eklerin tekrarıdır. Redif ise, dize sonlarında, yazılışları, anlamları ve görevleri aynı olan kelime veya eklerin tekrarıdır. Örneğin, "Benim çektiğim kimler çeker / Gözlerim kanlı yaşlar döker" dizelerinde "-er" sesleri, "çekmek" ve "dökmek" fiillerinin geniş zaman ekleri olduğu için görevleri aynıdır ve rediftir. Bu eklerden önce gelen "-ek" sesleri ise yazılışları aynı, anlamları farklı köklerde bulunduğu için uyaktır (tam uyak).

"Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, / Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta..." dizelerindeki ahenk unsurları için ne söylenebilir?

Soru

Yapısalcılık (strüktüralizm), bir edebi eseri, kendi dışındaki tarihi, sosyal koşullardan veya yazarın hayatından bağımsız olarak, kendi içindeki ögelerin birbirleriyle kurduğu ilişkiler ağı olarak gören bir eleştiri kuramıdır. Bu yaklaşıma göre bir metnin anlamı, kelimelerin tek tek anlamlarından değil, bu kelimelerin metnin bütünü içindeki diğer kelimelerle, karşıtlıklar ve benzerlikler yoluyla kurduğu yapısal ilişkilerden doğar. Yapısalcı bir eleştirmen, bir romanı incelerken yazarın niyetini veya romanın geçtiği dönemin sosyal yapısını değil, metnin kendi kurgusunu, karakterler arasındaki ilişkileri, olay örgüsünün düzenini, kullanılan dilin iç sistemini ve metinde tekrarlanan motifleri analiz eder. Amaç, metnin anlamını oluşturan bu derin yapıyı, bu "grameri" ortaya çıkarmaktır.

Aşağıdakilerden hangisi, yapısalcı bir eleştirmenin bir romanı incelerken soracağı bir soru olamaz?

Soru

Epik şiir, kahramanlık, savaş, yiğitlik gibi konuları coşkulu ve destansı bir üslupla işleyen şiir türüdür. Bu türün kökeni, milletlerin hayatında derin izler bırakan tarihi olayların ve efsanevi kahramanların anlatıldığı doğal destanlara dayanır. Doğal destanlar, anonimdir ve sözlü gelenekte nesilden nesile aktarılarak oluşmuştur (Gılgamış, İlyada, Oğuz Kağan Destanı gibi). Yapma destanlar ise, bir şairin, doğal destanları örnek alarak, toplumu etkileyen önemli bir olayı destansı bir dille anlattığı şiirlerdir. Epik tiyatro ise, geleneksel tiyatronun seyirciyi duygusal olarak olayların içine çekme ve onlarla özdeşleşme kurdurma amacının tam tersini hedefler. Bertolt Brecht tarafından geliştirilen bu tiyatro anlayışında amaç, seyirciyi olaylara dışarıdan, eleştirel bir gözle bakmaya teşvik etmektir. Bunun için "yabancılaştırma efektleri" kullanılır; oyuncu rolünden çıkar, şarkılarla olay bölünür veya sahneye yazılar yansıtılır.

Bu parçaya göre "epik şiir" ile "epik tiyatro" arasındaki temel fark nedir?